Feminizme Neden İhtiyacımız Var?

Serav Dicle Amaç

Tarih: 26.11.2023
Yer: Kadıköy/İstanbul
Eylem: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü Yürüyüşü
Fotoğraf: Serav Dicle Amaç

Ayşe Öner, Irina Dvizova, Dayana Dvizova, A.N.K., Halime Kaya, Figen Bezmez, Kezban G., Yaşar Ş., İpek L., Gülcan Yeşilmen, Ajda Yatar, Hürü Babat, Şadumane Temuçin, Aleyna Dayıoğlu, Kezban Göksü, Sevgi Taşkan, Devrim Güler, Doğa Etyemez, Ayşe Acar, Çiğdem Dıvrak, Zekiye Ertuğrul, Fidda Uzun, Ayan Mohomed Dhoba, Hasibe Soykuk, Pınar Bektaş, Sevilay Nayman, Işıl Deniz Palabıyıklar, Nebihe Muhammed Taha, Ayşe Doğan, Lina Tubol, Filiz Çilingir, Selin Akçay, Ümran A., Zeynep Özdemir, Nuriye Öztürk, Neşe Keçkin, Şerife Buğdaycı

Yukarıdaki kadınlardan herhangi birini tanıyor musunuz? Cevabınız hayırsa nispeten şanslısınız çünkü bu kadınlar Kasım ayında katledilen kadınlardan yalnızca bildiğimiz kadarı. Kimisi 60 yaşlarında, kimisi 20’lerinde. Kimisi bir anne, kimisi bir kız çocuğu. Kimisi sevgilisi tarafından, kimisi kocası, kimisi dini nikahlı eşi, kimisi ise babası tarafından öldürüldü. Kimisinin faili tutuklu, kimisininki hâlâ aranıyor. Bu otuz altı kadının tek ortak noktası ise ataerkil düşünce sonucu öldürülmüş olmaları.

Geçtiğimiz günlerde Twitter’da (X demeye henüz alışamadım) dolaşırken orta yaşlarda bir adamın tweetine denk geldim. Feministlerin, elde edebilecekleri her şeyi aldıklarından ve artık feminist düşüncenin bir işlevi kalmadığından bahsediyordu. Sonuna da büyük harflerle feminizmin, sadece kadınlara bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele olduğunu yazmıştı. Bu görüşte olan tek kişinin o olmadığını, ülkemizde ve hatta dünyada bu görüşe ortak olan milyonlarca insan olduğunu biliyorum. O yüzden bu bültende feminizme gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını tartışalım istiyorum.

Amerikalı bir yazar ve kadın hakları savunucusu olan Bell Hooks, “Feminizm Herkes İçindir” adlı kitabında daha önce yaptığı bir feminizm tanımından bahsediyor:“Feminizm; cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir.” Bu benim gözümde feminizmin en iyi tanımlarından biri çünkü feminizmi sadece bir kadın hareketi olmaktan çıkarıyor. Böylece feminist hareketin kadınlara, erkeklere, ikili cinsiyetin dışında kalanlara, kısacası herkese ataerkinin köleliğinden kurtuluş umudu barındıran bir hareket olduğunu hatırlatıyor. Sanılanın aksine feminizm, kadınların yalnızca kendilerini ön plana sürüp kendi çıkarlarını gözetmeye çalıştıkları bir oluşum değil. Bireyselciliğin ve patriyarkanın egemen olduğu bu dünyada kimliği fark etmeksizin eşitliğe ve adalete ihtiyacı olanların yanında durmak, ezilenin sesi olmak, kimseyi geride bırakmamak için var gücüyle çalışıyor feminizm.

“Toplumumuz erkek şiddetinin sonlandırılmasını erkek tahakkümünün sonlandırılmasıyla, ataerkinin yok edilmesiyle çoğu zaman ilişkilendirmiyor. Kitle medyasında herkes bu şiddetin neden ortaya çıktığını soruyor ama kimse bunu ataerkil düşünce sistemiyle ilişkilendirmiyor.” diyor yine aynı kitabında.

O saatte orada ne işi varmış, üstündeki kıyafet ne kadar açıkmış, o adamla neden konuşmuş… Sonsuza kadar uzayan sorular silsilesi. Erkek şiddetinin hâlâ sadece açık giyinen, geceleri ‘aranmak’ için dışarı çıkan kadınlara yönelik olduğunu düşünüyor olmak akıl kârı değil. Kadınlar zaman ve mekan fark etmeksizin şiddete uğruyor. Başörtülü bir kadın da trans bir kadın da erkek şiddetinin mağduru. El kadar bebekler istismara uğruyor, küçücük çocuklar dedeleri yaşlarındaki adamlar ile evlendirilip anne rolüne sokuluyor. Arkadaşlarıyla evcilik oynaması gereken bir çocuk, hiç tanımadığı bir adam ile ev kurmaya zorlanıyor. Elindeki oyuncak bebeği alınıp yerine kendi doğurduğu bebeği veriliyor. Bir çocuktan, bir çocuğa annelik yapması isteniyor. Bakınız, tarihe geçmiş haliyle dünyadaki en genç anne 5 yaşında! Bu erkek şiddetleri, ataerkil düşünce sistemi dışında başka ne ile ortaya çıkmış olabilir? 5 yaşındaki bir çocuğun anne olmasının suçlusu çocuğun kendisi olamaz. 95 yaşındaki bir kadının tecavüze uğrayıp öldürülmesinin sebebi o kadının suçu olamaz. Bu yaşananların hepsi ataerkil düşünce biçiminin dışa vurmuş hali.

2023 yılının son ayındayız. 365 gün süren bir yılda ben bu yazıyı yazarken medyaya düştüğü kadarıyla 367 kadın öldürüldü. 30 gün süren Kasım ayında 36 kadın öldürüldü. Bu noktada, gerçekten kadınlar elde edebilecekleri her şeyi aldılar diyebilir miyiz? Bu almış halimiz mi? Neredeyse her gün bir hemcinsimiz daha aramızdan eksilirken biz hangi hakkımızı almış oluyoruz? En temel hakkımız, yaşama hakkımız bile elimizden alındı. Evlenirken kadınların eşlerinin soyadlarını alma zorunluluğu bile daha yeni kalktı. Kaldı ki hâlâ evlenince kadının kütüğü değişiyor. İş görüşmelerinde kadınlara evli olup olmadığı, çocuğu olup olmadığı soruluyor. Kadınlar işe uygunluklarına göre değil özel hayatlarına göre işe alınıyorlar. Doğum izni almaları gerekirken işten atılıyorlar. Kürtaj olmak isteyen bir kadın eşinin imzası olmadan tek başına gidip kürtaj olamıyor.

Ben bu sene Özgecan Aslan’ın öldürüldüğü yaştayım. 19’umda, çocukluğumun sonunda, gençliğimin başındayım. Özgecan’ın canice öldürüldüğü o zamanı, haberlerde tüm ayrıntıları dinleyişimi daha dün gibi hatırlıyorum. O küçük yaşımda aklımdan geçen ilk cümleyi de hatırlıyorum. “Aynısı benim de mi başıma gelecek?”. Daha sonrasında minibüste her yalnız kaldığımda, ortaokulda sabahın karanlığında dershaneye gitmeye çalıştığımda, akşamları yanmayan sokak lambalarıyla dolu yollardan geçerek evime döndüğümde, herhangi bir erkek ile tartıştığımda, biri bana yan gözle baktığında, istediğim gibi giyinemediğimde, sesimi özgürce çıkaramadığımda aklımdan geçen bu soruyu dün gibi hatırlıyorum. “Aynısı benim de mi başıma gelecek?”. Özgecan öldürüldüğünde 11 yaşındaydım ve 19 yaşındaki biri bana çok büyük geliyordu. Hiç ulaşamayacağım, ulaştığımda da çocukluğumu hatırlayamayacağım kadar büyük bir zaman dilimi vardı sanki önümde. O sekiz yılı nasıl geçirdim bilmiyorum ama bildiğim tek şey, on dokuz yaşındaki bir genç kızın yaşaması gerektiği. Severek, sevilerek, hayalleriyle, renkleriyle gençliğini yaşaması gerektiği. Belki bir sanat akımının, belki bir bilim dalının öncüsü olması gerektiği; katledildikten sonra bir direnişin öncüsü olmaması gerektiği. Belki inandığı direnişte en ön saflarda savaşması ama hayatta kalması gerektiği. Ne olursa olsun, yaşaması gerektiği. Kendine, aynısı benim de mi başıma gelecek, diye sormaması gerektiğini biliyorum. Bu yüzden on bir yaşındaki kız çocuğunun korkmaması, on dokuz yaşındaki genç bir kızın öldürülmemesi için feminizme ihtiyacımız var. Feminizm bizi aynı çatı altında birleştiren o huzurlu ev. Evlerinde dayak yiyen kadınlara, oyuncakları olmayan evlere gönderilen kız çocuklarına, geceleri uyuyamayan her bireye huzurlu ev ortamını sağlayan yer feminizm. Bizim feminizme ihtiyacımız var. Bizim birbirimize ihtiyacımız var. Sen, ben, biz, birbirimizin çaresiyiz!