BİZ OLMAK*

Yazı: Aliye Kurt Görsel: Seyhan Yeğin

Künye
Renkli el, sade el ile temas ettiğinde, sade eli renkli yaparak,
metaforik olarak onu kurtarıyor.
Adobe Photoshop’dan yapılmıştır.

* Bu içerik cinsel şiddetle ilgili tetikleyici olabilecek unsurlar barındırmaktadır.

Sabah uyandığımda kuşlar cıvıl cıvıl ötüyor, sokaktaki kediler üst üste uyuyor, köpekler ise havlıyordu. Sakin bir sabaha uyanmıştım. Bugün çok işim vardı. Ofise yetişmesi gereken dosyalar, değiştirilmesi gereken kedi kumları, yapılması gereken ev alışverişi, ilgilenmem gereken öz bakımım ve henüz uyanamadığım için aklıma gelmeyen niceleri… Kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Bir yandan posta kutuma gelen postaları kontrol edip gerekli gördüklerime cevap veriyor bir yandan da kaygılarımı bastırmaya çalışıyordum.

‘’Kıymetli patronum’’ bugün beni nasıl aşağılayacak da istifaya zorlayacak diye düşünmeden duramıyordum. En sonunda düşüncelerimi bir kenara bırakıp hazırlanmaya başladım. Makyajımı yaptım, uğur getirdiğini düşündüğüm küpelerimi taktım, ayakkabılarımı giyip sokağa attım kendimi. Daha sokaklar aydınlanmamış, geceden açılan sokak lambaları görevini günün aydınlığına devretmemişti. Durağa doğru yürümeye başladım. Birkaç esnaf kepengini kaldırmış; geri kalanı da dükkanları açmak üzere yola dökülmüştü. Manav Mustafa sebzelerini suluyor, berberin çırağı dükkan önünü süpürüyordu. Çok üzülüyordum benim gibi bu mahallede yaşayan insanlara. Ay sonunu zor getirirdik. Ama onlar benim için üzülüyor muydu, hiç sanmıyordum. Ölsem içlerinde eğlenecek olan bile vardı. Çünkü onların mütevazı hayatlarında yerim olmadığımı düşünürlerdi. İnsanlar neden bu kadar bağnazdı? Neden kendi gibi olmayanı kabul etmiyorlardı? Neden cahillik kendilerinin kaderiymiş gibi davranıp onu sarıp sarmalıyorlardı? Bu sorgulamalarımı biraz da akşam dönüşüme bırakmaya karar verdim. Sonunda her günkü gibi kınayıcı ve istenmeyen bakışlar eşliğinde otobüs durağına yetiştim. Oturup 410 numaralı otobüsün yolunu gözlemeye başladım.. Otururken bir yandan izlemek için Instagram’da kısa video açtım. Kendimi bayağı kaptırmış olacaktım ki bacaklarımın arasındaki sıcaklığın farkına geç vardım. Bir şahıs elini bacaklarımın arasına sürtüp duruyordu. “Hayır, hayır!” diye çığlık atmak istiyordum içimden ama yapamıyordum. Yapamadım. ‘’Bir bağırtı geliyordu’’, bu sesin bana ait olmadığına çok emindim. Bağıran kişi öyle bağırmıştı ki şahıs bir anda toz oldu. Bağıran kişi nefes nefese yanıma oturup hemen iyi olup olmadığımı sordu. “İyiyim, çok iyiyim. İlk kez gelmiyor başıma,” diyebildim sadece. Hiçbir şey diyemedi. Sustu, sustum. Otobüs durağa gelmişti sonunda. Otobüse binmek için kalktım, onun da kalktığını gördüm. O da benimle aynı otobüse bindi. Yanıma oturdu ve bana bir şey anlatmak istiyormuş gibi döndü. “Biliyor musun, senin benim gibi kişilerin örgütlendiği; birbirimizle dayanıştığımız bir sivil toplum örgütü var.”

Örgüt mü, dayanışma mı? Bu kavramlara o kadar uzaktım ki senelerdir, sadece sözlükteki kelime anlamlarını biliyor gibiydim. Dedikleri dikkatimi epey çekti. Ben de ona doğru yöneldim ve sordum: “Neler yapıyorsunuz?”

O da anlatmaya dünden hevesliymiş gibi başladı: “Bizim gibi hayatta kalanları kalacak yer bulmaktan, ruh sağlığına kadar destekleyen, uzman ve gönüllülerden oluşan bir sivil toplum  örgütü var. Burada bir aile gibiyiz.’’

Ailenin bile yapmayacağı bir şeyi benim yüzümü görmemiş sivil toplum örgütü mü yapacaktı?

İşe gitmek aklımdan uçup gitmişti. Eğer bir sorun olmazsa iletişim numarasını almayı, hatta varsa bu yerin adresini istedim. İnsanlara çok çabuk güvenen biri değildim ama bu sefer güvenmek istiyordum. Bana oraya gideceğini söyledi. Harikaydı. Vakit kaybetmeye hiç gerek yoktu. Çünkü daha önce çok fazla vakit kaybetmiştim..

“Ben de sizinle geliyorum” dedim. Sivil toplum örgütünün binasının önünde indik. Otobüsteki kendimden emin halim uçup gitmişti sanki, ayaklarım geri geri gidiyordu. Bunu anlamış olacak ki koluma girdi, tebessüm etti ve  binaya girip asansörle yukarıya çıktık. Bizi onun kadar tatlı biri karşıladı. Oturduk. Ben anlattım onlar dinledi. Gerçekten kınamadan, yargılamadan dinliyorlardı ve bu beni daha çok rahatlatıyordu. Karar vermiştim, ben de bu insanların arasına katılacaktım. Bu hayatta yalnız yürümek yoktu artık. Birleşe birleşe yumruk olacaktık ve içimizden kime zarar verilirse o tarafa sallayacaktık yumruğumuzu…

Bu anlatılan kısa hikayede baş karakterin cinsiyeti hakkında neler düşünüyorsunuz? Makyaj yaptığı ya da sokakta yürürken istenmediği belirtildiği için kadın olduğunu mu düşündünüz? Tacize uğrayıp buna ses çıkaramadığında ne düşündünüz? Ya da şöyle sorayım, her birey doğuştan atanan cinsiyetiyle yaşamına devam etmek zorunda mı?

Zorbalığın, tacizin, şiddetin cinsiyeti yoktur. Peki neden bu kavramları sıraladığımızda aklımıza ilk olarak kadınlar geliyor? Daha zayıf oldukları için mi? Kendilerini savunamadıkları için mi? Birilerinin koruması altında yaşamak zorunda oldukları için mi? Kim bir yerlerde bunları yaşıyorsa hep bir ağızdan sesimizi çıkarıp el uzatmalıyız. Kimse yalnız kalmamalı, birlikte mücadele etmeliyiz.  Bence budur örgütlenme. Sizce nedir?