Toplumsal Cinsiyet Rollerinden Sıyrılmak: Queer(Kuir) Teori

İrem Uçar

Queer(kuir) sözcüğü “yamuk”,”tuhaf”,”acayip” gibi anlamlara gelirdi ve eşcinselleri aşağılamak amacıyla kullanılırdı. Zaman içinde bu ayrıştırıcı sözcük öznelerin kendilerini tanımlamak için başvurduğu bir araç haline geldi. Kullanımında bir aşağılama motivasyonu yatan dönme, ibne gibi kelimeleri de düşünebiliriz bu noktada. Eylemlerde atılan “Velev ki ibneyiz” sloganı ve “Dönmeyiz, dönmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz.” şiarı, bizleri tanımlamaya yönelik kurduğunuz ayrıştırıcı söylemler, varoluşumuzdan bir şey eksiltmeyecek demenin güçlü bir yolu.

Toplumsal cinsiyetin bireyler arasındaki dinamikleri açıklamakta yetersiz kaldığı noktada ise Queer Teori devreye girdi. Olumsuz anlamlarla çevrelenmiş bu kelimenin hem bir hareketin hem de bir kuramın adı olarak varolması ise anlamının bizlere yeniden kazandırılması olarak okunabilir. Paul Goodman’ın 1969 yılında yayınlanan The Politics of Being Queer kitabı, kelimenin bu “yeni” anlamıyla kullanıldığı erken ve önemli örneklerden biri.[1]

Peki bu kuram neye hizmet eder? Temelde kimlik olgusuna dair kalıpları yeniden düşündürmeyi amaçlar. Toplumsal yargılardan uzak, her türlü ikiliğin dışında bir yerde konumlandırır kendini. Kuramın, Lgbti+ hareketi ile özdeşleşmesi farklı okumalara kapalı olduğu anlamına gelmez. Postmodern anlatıların odak noktası kimliksizleşmedir. Preciado’nun kimliksizleşme önerisi, politikleşmeyi belirli bir kimliğe bağlamanın kendisini kısıtlayıcı bulur.

İkiliklerin(kadın-erkek, eşcinsel-heteroseksüel) dolaşıma girmesini ve yapısını sorgular. Cinsiyete bağlı normların doğal olmadığını; tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak kurulduğunu, bu nedenle insana dair pratiklerden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. Bu bağlamda Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nde bahsettiği tez, baskıcı bir iktidar altında cinsellik üzerinden bir özgürleşme mücadelesi vermek değil aksine bu iktidarı yeniden kurgulamaktır.

Sibel Yardımcı ve Özlem Güçlü tarafından derlenen “Queer Tahayyül” isimli kitabı incelediğimizde queer teorinin detaylı okumalarından birine rastlarız. Kitaptaki giriş yazısında; queer kuramının, cinsiyet odağında şekillenen metinlerden ibaret olmadığından bahsedilir. Bireysel deneyimler önemli olduğu kadar bu deneyimlerin kesiştiği noktaya da bakılmalıdır.

Yani sadece cinsiyet değil; sınıf, ırk, etnisite gibi çoklu deneyimler üzerinden algılanan normatifliklerin de sorgulanması gerekir. Bu noktada kitap, içerik bakımından literatürümüzdeki önemli bir boşluğu doldurmakla kalmaz referans verdiği eserler aracılığıyla farklı anlayışlara da ev sahipliği yapar.

Başlarda biyolojik bedenlerimizi, toplumsal kimliklerimizi bu fikirler etrafında nasıl konumlandıracağımızı bilemeyebiliriz ancak bedenlerimizi değersizleştirmek değildir bu yaptığımız. Aksine bedenlerimizi, yargıların dayattığı sorumluluklara tabi tutmayacak kadar değerli bulmaktır. Ağzımızdan çıktıktan sonra söylediklerimiz üzerine bir daha düşünme ihtiyacı da duymayabiliriz. Başta apaçık seçilemeyen ancak hatlarından ne olduğunu anlayabileceğimiz türden söylemler, düzene dair bir yansımayı oluşturabilir.

Beauvoir’in dediği gibi: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Yazar, cinsiyetten bahsederken bir özden ziyade tekrardan söz etmek gerektiğini vurgular.

Düzeni bu denli istikrarlı hale getiren nedir o halde?

Özneyi cinsiyet bağlamından ayıramayan seslenişlerimiz ve belirli normaller etrafında şekillenen bedenlerimiz mi?

[1] Gender Trouble Türkçe’ye çevrildi: Cinsiyet Belası, çev. Başak Ertür, Metis Yayınları, 2008.